• Mutluluğun Sırrı 40 Ayette Gizli!
  • Türklerin Geni Bu Hastalığa Çok Yatkın!
  • Rüyada mıyım,yoksa gerçek hayatta mı?
  • Osamanlı Nereyi Ne Kada Yönetti?
  • |

    Çocuklarda Zeka

    Zeka “zihnin öğrenme, öğrenilenden yararlanabilme, yeni durumlara uyabilme ve yeni çözüm yolları bulabilme yeteneği “ olarak tanımlanmaktadır. Bu tanıma göre, zeki insan öğrendiğini değerlendiren, yeni durumlara yeni çözümler getirebilen kişidir.
    Bebeğin beyin hücreleri, daha döllenmeyi izleyen  üçüncü haftadan itibaren gelişmeye başlamaktadır. Beynin fiziksel yapısının gelişiminin büyük bölümü bu dönemde başlamaktadır. Nöronların birçoğu beynin belli bölgelerine göç ederek gelecekte çocuğun reflekslerini, iradi beden hareketlerini, dil ve düşünmeyi, algılamayı yönetecek alt sistemleri oluşturmaktadır. Yapılan araştırmalar, bebeklerin üç aydan itibaren öğrenmeye ve öğrendiklerini hafızada tutmaya başladıklarını gösteriyor.
     Önceki yıllarda zeka ile ilgili daha çok bilişsel (cognitive ) boyut işlenirken, artık duygusal (emotional) ve duyuşsal (sensitive) boyuta da dikkat çekilmektedir. Kalıtımla gelen zeka düzeyi, duygusal algılar tarafından etkilenmektedir. Son yıllarda yoğun olarak gündemde olan duyguları düzenlemek, duygusal dürtülere hakim olabilme, karşımızdakinin ne hissettiğini anlayabilme, ilişkileri sağlıklı yürütebilme ile tanımlanan duygusal zekadaki eksiklikler, depresyon, yeme bozuklukları, uyuşturucu bağımlılığına kadar uzanan riskleri arttırmaktadır.
    Çocukların genel olarak davranış özelliklerini anlamak ve onların ruh dünyalarına inmek, onların gelişimini yönlendirmek açısından çok önemlidir. Ebeveynlerin çocuklarına doğru eğitimi verebilmeleri,  gelişim dönemlerinin özelliklerini bilmeleriyle başlar. Çocukta normal zeka düzeyi olsa bile,  gelişim dönemlerinde yetersiz uyarana maruz kalması, gerekli eğitim ve öğretimin yetersiz verilmesi, zengin uyaran içeren ortamların sunulmayışı, ebeveynlerin ilgisinin az olması, davranış hataları nedeniyle varolan kapasitenin kullanılamayışını mümkün kılabilmektedir.
    Çocukta zeka düzeyi ile ilgili problem olmamakla birlikte yaşına uygun zeka kapasitesini ortaya  koymamasının bir sebebi de  psikiyatrik rahatsızlıklardır. Bunlar çocukluk çağı depresyonları, dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu,  özel öğrenme güçlükleri, uyum güçlükleri vb. .  olabilmektedir.
    Zeka testleri ile çocuğun zeka düzeyi hesaplanmaktadır. Zeka testleri çocukların yapabilecekleri işlere, becerilerine, yaşlarına uygun sayı, söz ve biçim ilişkisine dayanılarak hazırlanır.
    Alternatif zeka kavramlarına gözatarsak Nöropsikolog Howard GARDNER’in çoklu zeka kuramına göre 7 ayrı zeka saptanmıştır.

    Dilsel zeka (yazarlar, politikacılar)
    Mantıksal-matematiksel zeka (bilimadamları felsefeciler, araştırmacılar)
    Görsel-mekansal zeka (mimar, denizciler)
    Bedensel-kinestetik zeka (sporcular, sanatçılar, dansçılar)
    Müzikal zeka (müzisyenler)
    Kişilerarası zeka (öğretmen, satıcı, politikacı)
    Benlik zekası (felsefeciler, bilim adamları)
    Bu kavrama göre zeka sadece bilişsel değil, aynı zamanda güdüsel ve duygusal faktörlerden kaynaklanır. Örneğin, bir öğrencinin matematik dersinden başarısız olması, bazı durumlarda öğretmeni sevmemesi veya utangaçlık duygularından kaynaklanabilir.

    Anne Babalara Düşen Görevler
    Feuerstein, yetersiz öğrenmenin en önemli sorununun pasiflik olduğunu vurgular. Zeka, olguları elde etmek değil olguların nasıl elde edileceğini öğrenmekle gelişir. Feuerstein’in zekanın zenginleştirilmesiyle ilgili önerilerinden yola çıkarak, anne babaların şu soruları kendilerine sormaları ve yanıtların “evet” olması durumunda gerçekten çocuklarının gelişimi için çaba gösterdikleri söylenebilir.
    Çocuğunuzun etkinliklerde aktif olmasını sağlıyor musunuz?
    Öğrenmesi gerekenleri bir çok kez tekrar ediyor musunuz?
    Aktif araştırma  ve keşif için çocuğunuzu cesaretlendiriyor musunuz?
    Evinizi çocuğunuz için tehlikesiz hale getirdiniz mi?
    Çeşitli oyuncak ve objeleri çocuğunuza sunuyor musunuz?
    Onunla sürekli konuşuyor, iletişim kuruyor musunuz?
    Çocuğunuzun neden-sonuç arasındaki bağlantı kurabilmesi için ona yardımcı oluyor musunuz?
    Çocuğunuz sesler çıkarttığında veya daha üst yaş grubunda sizinle konuştuğunda sevecen sözcüklerle yaklaşıyor musunuz?
    Bağırmama, fiziksel cezalar uygulamamaya özen gösteriyor musunuz?
    Çocuğunuzla ilgilendiğinizi ona gösteriyor musunuz?

    Duygusal Zeka Terimi İlk Ne Zaman Ortaya Atılmış?
    İlk defa 1990 yılında Psikolog Peter Salovey ve Psikolog John Mayer tarafından kullanılmış, daha sonra Psikolog Daniel Goleman geliştirmiştir.

    DUYGUSAL ZEKA NEDİR ?
    Goleman, “Duygusal Zeka” adlı kitabında, duygusal zekanın tanımını şöyle yapmış :” Duygusal zeka, kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilme yetisidir.”
    Goleman, duygusal zeka becerilerinin, bilişsel zeka denilen IQ’ dan daha önemli olduğunu vurguluyor.
    Saloyev, Gardner’in kişisel zeka yetenekleri kavramını da kendi temel duygusal zeka tanımının içine katarak, duygusal zekayı oluşturan yetenekleri 5 ana başlıkta toplamış :
    a) ÖZBİLİNÇ : Kendini tanıma, duygusal zekanın temelidir. Duygularını tanıyan kişiler, yaşamlarını daha iyi idare edrler, kişisel kararlar gerektiren konularda düşüncelerinden çok daha emindirler (iş-evlilik gibi ).
    b) DUYGULARI İDARE EDEBİLMEK : Bu yetenek, özbilinç temeli üstünde gelişmektedir. Bu yeteneği zayıf kişiler sürekli huzursuzluk içindeyken, kuvvetli olan kişiler olumsuz yaşantılar sonucu kendilerini daha kolay toparlarlar.
    c) KENDİNİ HAREKETE GEÇİRMEK : Duyguları bir amaç doğrultusunda toplayabilmek, dikkat edebilmek, kendini harekete geçirmek, kendine hakim olabilmek ve yaratıcılık için gerekli yetenektir. Bu beceriye sahip olan kişiler, yaptıkları işlerde üretken ve etkilidirler.
    d) BAŞKALARININ DUYGULARINI ANLAMAK (EMPATİ) : İnsanlarla ilişkide temel beceridir. Bu yeteneğe sahip kişiler, öğretmenlik, idarecilik gibi mesleklerde başarılı olurlar.
    e) İLİŞKİLERİ YÜRÜTEBİLMEK : Bu becerisi gelişmiş kişiler, sosyal yaşamlarında oldukça başarılıdırlar.

    EQ ve IQ ARASINDA NASIL BİR İLİŞKİ VARDIR ?
    EQ ve IQ birbirlerine karşıt olmayan yetilerdir. Aynı zamanda birbirini tamamlayan özelliklerdir. Duygusal zekayı ölçen ölçekler geliştirilse de henüz IQ’yu ölçen testler niteliğinde değildir.
    IQ  doğuştan gelen, kişini yeni durumlara uyabilme yeteneği ise, EQ, gelişebilen, daha az kalıtım yüklü bir yetenektir.
    Ebeveyn ve öğretmenlere burada önemli görevler düşmektedir. Çocuğun varolan IQ ‘su yanında, yüksek EQ’ lu çocuklar yetiştirmek hedef olmalı.

    YÜKSEK EQ ‘LU ÇOCUKLAR YETİŞTİRMEK İÇİN EBEVEYN VE ÖĞRETMENLERE DÜŞEN GÖREVLER NELERDİR ?
    Öncelikle doğru iletişim. Ebeveynlerin çocuklarıyla empatiye dayalı doğru iletişimi kurabilmeleri ve çocuklarına empati kurmayı öğretmeleri gerekiyor. Böylelikle çocuk, arkadaşları ile de iyi ilişkiler kuracak, okulda, evde, çevresinde sevilecek, ilişkilerinde başarılı olacaktır.
    Çocuklarına sorumluluk vererek sorumluluk almayı öğretmeleri gereklidir.
    Çocuklarını gerekli durumlarda kendi karar vermesi için yüreklendirmeleri, olaylara iyimser bakmayı öğretmeleri, toplumsal hizmetlere katılmalarını sağlamaları, diğer insanlara yardım etmeyi, işbirliğinin ve dürüstlüğün önemini vurgulamaları, herhangi bir sorunla karşılaştıkları zaman sorunla nasıl baş edeceklerini öğretmeleri, konuşma yeteneğinin gelişmesi için çocuklarıyla bol bol sohbet etmeleri, davranışlarıyla örnek olmaları gerekiyor. Unutmamalı ki çocuk, anne-babayı taklit ederek büyür.

    Çocukluk Depresyonu
    Uzm. Dr. Ahmet Çevikaslan
    Depresyon yaşayan çocuk daha mutsuz oluyor, neşesi kaçıyor, gündelik yaşantısında isteksiz veya verimsiz oluyor...
    Çocuklar hem ekonomik, hem de sosyal açıdan ailenin kontrolü altında olmaları nedeniyle, üstelik yaşı küçük olanların kendilerini ifade etmelerindeki güçlükleri nedeniyle, öncelikle anne babaların veya çocuğu yetiştirmekle yükümlü olanların çocukta bir problem olup olmadığı konusunda uyanık bulunmaları gerekmektedir...
    Birçok hastalığın da bilinen başlama yaşının ergenlik çağlarıdır. "Anne babalar ve çocuğun yakın çevresi çocuktaki problemi fark etseler bile; yalnızca problemin kendisine odaklanıyorlar; ders çalışmama, tırnak yeme gibi. Tek probleme yoğunlaşmak aile ile çocuk arasındaki çatışmayı daha da arttırıp çocuğu da olumsuz etkileyebiliyor."

    Çocuk sorumluluktan kaçar
    Çocuklarda depresyonun hangi belirtilerle ortaya çıktığını ve çocukta gözlenen davranış farklılıklarını ise şöyle özetledi: "Öncelikle depresyonu genel hatları ile özetleyecek olursak; kişi zamanının çoğunda mutsuzdur, üzgündür, önceden keyifle veya kolaylıkla yapabildiği aktivite veya sorumluluklardan kaçmaya başlar, uyku ve iştah düzeni bozulur, motivasyon azlığı nedeni ile dalgınlık, unutkanlık, dikkatsizlik, ölüm düşünceleri geçer aklından, ruhsal ve fiziksel huzursuzluğu dışardan bile gözlenebilir, kendine güvensizlik,hatta yetersizliğin getirdiği suçluluk duyguları yaşanır.
    Çocuklar da bu belirtileri gösterirler ancak çocuğun gelişim özellikleri ve sosyal ilişkilerine bağlı olarak farklı belirtiler de klinik tabloda görülebilir. Küçük çocuklarda ifade becerisi zayıf olduğu için daha çok davranış problemleri ile karşımıza çıkarlar. Genellikle anne babalarının kontrolü altında olduklarından; klinik öykü de anne babanın bakışı tarafından şekillenir.

    Tedavide işbirliği şart
    Ergenlik çağındaki bir çocukta gündelik sorumlulukları savsaklama, okuldan soğuma şeklinde tarifler görülebilir. Tabii ki bunlar sınırlı örnekler."
    Çocuklarda depresyonun tedavisinde bireysel tedaviyle birlikte çocuğun sosyal destek sistemleri üzerinde de çalışılması gerektiğinin altını çizilmesi gerekir. Aile danışmanlığı ve gerektiğinde aile terapisi yöntemleri ile anne babalar ve tüm aile çalışılır; ailedeki diğer bireylerde var olan ruhsal sorunların da tedavisi plânlanır. Çocuğun okul yaşamındaki zorluklarına yönelik olarak okulla işbirliği de tedavide mutlaka düşünülmelidir.

    Özel Öğrenme Güçlükleri
    Öğrenme güçlüğü tanımında, çocukların belirli alanlarda yetersizlikler gösterdikleri belirtilmektedir. DSM-IV ‘e göre öğrenme bozukluğu, matematik bozukluğu, okuma bozukluğu, yazılı anlatım bozukluğu ve başka türlü adlandırılamayan öğrenme bozukluğu şeklinde tanımlanmaktadır.
    Matematik bozukluğunda, kişinin kronolojik yaşı, zeka düzeyi ve yaşına göre aldığı eğitim göz önünde bulundurulduğunda, matematik becerisi, beklenenin önemli ölçüde altındadır. Bu çocuklar, işlem yapmakta zorlanırlar, işlem yaparken yavaştırlar, sayı kavramını algılamakta, sembolleri ve çarpım tablosunu öğrenmekte zorlanırlar.Problemi çözerken bağlantıları kurmakta zorlanırlar.Bu duruma eşlik eden sorunlar olsa bile matematik becerisi sorunları çok daha fazladır.
    Okuma bozukluğunda, kişinin kronolojik yaşı, zeka düzeyi ve aldığı eğitim göz önüne alındığında okuma başarısı, beklenenin önemli derecede altındadır.Yine yaşam etkinlikleri bozulur ve okuma zorluğu, eşlik eden problemlerden daha ön plandadır. Okumada yanlışlıklar, okuma hızında yavaşlık, sesleri okumakta ve bazı harfleri öğrenmede güçlük, hecelemede ve  harflere ayırmada zorluk, yanlış sözcük kullanma ve sözcük-hece atlamaları olmaktadır.
    Yazılı anlatım bozukluğunda ise;  yazma becerileri, ölçülen zeka düzeyi, alınan eğitim göz önünde tutularak   beklenenin önemli derecede altındadır.El yazısı yaşıtlarına oranla okunaksızdır ve yaşıtlarına göre daha yavaş yazdığı görülmektedir. Bazı harf ve sayıları  ters yazarlar ( b-d, d-t, m-n, g-y, 2-5  gibi ),  bazı harf ve heceleri atlarlar, ters yazarlar ( ab- ba) veya harf ve hece eklemeleri  ( gider- gideri gibi ),  sıkça imla hataları yaparlar.

    Belli alanlarda yetersizlik yaşayan çocuk, dolayısıyla ders çalışmayı, ödev yapmayı, kitap okumayı sevmez, kolay sıkılır, dikkat süresi kısadır, çalışırken birisinin yönlendirmesine ihtiyaç duyarlar.Genellikle eşya-oda düzeni konusunda sorun yaşarlar, zaman( bugün-yarın),  yön kavramında (sağ-sol-kuzey-güney ), saati öğrenmekte güçlük yaşarlar.Dili kullanma becerisi zayıftır.Hikaye anlatma, bir olayı anlatma, kendi duygu-düşüncelerini ifade etmede, soyut kavramları anlamada zorlanırlar.Motor becerileri zayıftır.Sık sık sakarlık yapabilirler.

    Bu yetersizlikler, bu çocukların toplumda farklı ve başarısız algılanmalarına sebep olmakta, kişinin eğitimini, meslek hayatını olumsuz yönde etkilemektedir.Dolayısıyla sosyal ilişkiler bozulmakta ve kendine güven azalmaktadır.
    Öğrenme bozuklukları, genellikle  çocuk okula başladığı zaman, kendisinden beklenen akademik performansı gösteremediği durumda farkedilmektedir. Bazı kişilerde davranım bozukluğu, karşıt olma-karşı gelme bozukluğu,dikkat eksikliği/hiperaktivite bozukluğu, majör depresif bozukluk veya distimik bozukluklarla birlikte öğrenme bozukluğu da bulunabilir.Dil gelişimindeki gecikmeler, öğrenme bozukluklarıyla birlikte görülebilmektedir.

    Öğrenme güçlüğü yaşayan çocukların öğrenme süreçleri farklıdır.Erken dönemde teşhis edilip, gereken tedavi ve eğitim alınması gereklidir.  Tanı koymada değerlendirmenin temel taşı psikometrik testlerdir.Çocuğun hangi alanda yetersizlik yaşadığı klinik ortamda birtakım test ve tetkiklerle  belirlendikten sonra çocuğa özgün özel eğitim programı yapılarak,  aile- öğretmen işbirliği ile tedavi yürütülmelidir.Tedavide tıbbi boyut ve özel eğitim önem taşımaktadır.

    Çocuk ve Ergenlerdeki Psikiyatrik Bozukluklarda İlaç Kullanımı
    Uzm. Dr. Ahmet Çevikaslan
    Psikofarmakoloji
    İlaç tedavileri çocuklarda görülen ruhsal ve davranışsal problemlerde tedavinin önemli bir parçasını oluşturur.
    Psikiyatride kullanılan ilaçlar ya doğrudan hastalığa yönelik olarak (depresyon vb.) ya da bu bozukluğun davranışsal ve bilişsel sonuçlarını düzeltmeye çalışarak (saldırganlık, uykusuzluk vb.) etki gösterirler. Dolayısı ile bazen aynı ilaçlar farklı durumlarda kullanılabilirken (imipramin vb.), bazen de aynı klinik tabloda birbirine benzemeyen ilaçlar kullanılabilir (dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu vb.).
    Genellikle beyinde davranışları etkileyebilen biyokimyasal yollardaki nörotransmitter denilen maddeler üzerinde etkilidirler. Bu maddelerin metabolizmalarındaki çeşitli basamaklara karışarak biyokimyasal yoldan etkilerini gösterirler.

    Psikiyatride kullanılan ilaçların önemli bir özelliği, ilacın bireyselleştirilebilmesidir. Yani; her ilaç bütün hastalarda aynı etkiyi göstermeyebilir ve ilaçların etki dozu da hastadan hastaya değişebilir. Bunun da nedeni hiç kuşkusuz psikiyatrik hastalıkların doğasından ileri gelmektedir. Psikiyatrik bozuklukların ortaya çıkışı ve seyrinde biyolojik faktörler yanında psikolojik, çevresel ve gelişimsel faktörlerin de rolü olması ilaç tedavisindeki bu farklılığı açıklayabilir.
    Psikiyatride kullanılan ilaçların çocuklarda kullanımı ise erişkinlere göre farklılıklar gösterir. Çocuklardaki hızlı gelişim özellikleri ilaç tedavisi ile etkileşime girebilir. Dolayısı ile metabolik özelliklere bağlı olarak hasta ilacı tolere edemeyebilir, beklenmedik ve çok farklı yan etkiler gözlenebilir ya da ilaca dirençli olabilir ve tedavide daha yüksek dozlar gerekebilir.
    Ayrıca, çocuğun ailenin bakımına bağlı olması, aile bireylerinin de ilaç tedavisinde işbirliği desteğini gerektirir, kimi durumlarda okulla işbirliği dahi gerekebilir.
    Çocuklarda tablet, draje şeklindeki ilaçların yutulması sorun olabilir. Bu durumda ilaçların damla, şurup formları tercih edilebilir, yoksa suda eritmek gibi yöntemler denenebilir ve hatta ilaç yutmaya  yönelik davranışçı yöntemler aileye öğretilebilir.

    Çocuk; bedensel, davranışsal, duygusal ve bilişsel açıdan sürekli gelişim halinde olduğu için; ilaçların yan etkileri bütün bu alanlarda da görülebilir. Ancak; görülen problemin ilaçla mı, yoksa hastalığın seyri ile mi ilgili olduğu her zaman ayırt edilmelidir. Davranışla ilgili yan etkiler fiziksel yakınmalardan önce ortaya çıkabilir.
    Kitle iletişim araçlarının zaman zaman bazı ilaçların kullanımını tartışmaya açması, anne babaların ilaç tedavilerine daha kuşkulu yaklaşmalarına neden olabilmektedir. Ayrıca, psikiyatride kullanılan ilaçlara bazı anne babalar da bazen soğuk bakabilmektedirler. Ancak bir ilacın kullanılmasına ancak klinik koşullarda ve bir hekim tarafından, üstelik tedavisiz kalmanın ve tedavinin maliyeti düşünüldükten sonra karar verilir.
    Çocuğun bir ilacın kullanmaktan yarar göreceğine karar verildikten sonra ve kullanılması sırasında dikkat edilmesi gereken noktalar vardır:
    Öncelikle çocuk ve bakımından sorumlu olan anne baba veya başka kişilere anlaşılır bir dilde yeterli ve doğru bilgi verilmeli, çocuğun ve ailenin onayı alınmalı, takip süresince de uygun şekilde kullanması sağlanmalıdır
    Ayrıntılı bir fizik muayene ile çocuğun fiziksel ve gelişimsel özellikleri (boy, kilo, nabız, kan basıncı vs) incelenmeli, laboratuar testleri ile desteklenmelidir
    Ruhsal ve davranışsal özellikleri, yine ruhsal muayene ile değerlendirilmelidir, bu konuda çeşitli ölçeklerden yararlanılabilir
    Erişkinlerde kullanılan psikiyatrik ilaçların çoğu çocuklarda da kullanılırlar. Ancak çocuğun gelişimsel özellikleri göz önünde tutularak düşük dozlarda başlanmalı ve yavaşça arttırılarak istenen doza ulaşılmalıdır
    Psikiyatrik ilaçlar genellikle uzun süre kullanıldığı için, takip sürecinde görülebilecek tedavi uyumsuzluklarına karşı hazırlıklı olunmalıdır, çünkü ilaç dozunun kontrolsüz olarak değiştirilmesi veya ilacın aniden kesilmesi gibi durumlar istenmeyen yan etkilere yol açabilir, buna karşılık ilaç tedavisi başka tedavilerle de desteklenmelidir.

    Çocuk Aile İletişimi
    Kendiniz İçin
    Kendi Hedeflerinizi Unutmayın
    Çocuğunuzu yetiştirirken kendiniz için yapabileceğiniz ve yapmak istediğiniz şeyleri yapmanız hem sizi daha rahatlatacak, hem de ilişkinizi geliştirecektir.
    Çocuğunuzun gelişim yolunda attığı her adımla sizden ayrı biri olarak varolmayı istemesi son derece doğaldır. O yapabildikleri ve başardıklarıyla sizden farktı biri olarak varolacaktır.
    Sizin yapabildiklerinizden ve başara-bildiklerinizden  tamamen  koparak sadece onun için yaşayıp, kendinizi unutarak ve giderek sadece onun yaptıklarıyla varlığınızı  sürdürmeniz, sizin için ve uzun   vadede   onun için kayıp olacaktır.
    Bir anne babanın en çok gereksinim duyabileceği üç şeyi; Reinhold NlEBUHR'a ithaf edilen aşağıdaki şiir, çok güzel özetliyor:
    "Değiştiremeyeceğim şeyleri
    Kabul etmek için
    Sükûnet,
    Değiştirebileceğimi
    Değiştirmek için
    Cesaret,
    İkisini birbirinden ayırt edebilmek için de
    Akıl istiyorum."

    Kendinizi Zoraki Seçimler Yapmaya Zorlamayın
    Özellikle çalışan anne ve babalar için önemli bir seçim:
    Evim mi?
    İşim mi?
    Çocuğum mu?
    "Bütün bunlara ne kadar zaman ayırmak zorundayım?"
    "İşim için kullandığım her dakika çocuğumdan uzak kalıyorum. Acaba bundan nasıl etkileniyor?"
    "Ben bütün bunları yaparken çocuğumun başka biriyle birlikte olması doğru mu?"
    Başka pek çok konuyla ilgilenmeden çocuğunuzla ilgilenmeniz bir seçimdir.
    Ancak bu seçiminizin size ve çocuğunuza maliyeti ne olacaktır. Örneğin: ev hanımı olduğunuzda bu konunun sorumluluğunu çocuğunuza yüklemeden siz üstlenebilecek misiniz?
    Yoksa sorumlu olarak çocuğu görüp belki de farkında bile olmadan ona kızgınlığınızı hatta öfkenizi yansıtacak mısınız?
    Ayrıca çocuğunuzla her an birlikte olmanız onunla bu zamanları çok kaliteli geçirdiğiniz anlamına gelmez. Sürekli onunla birlikte olup, zamanı pek bir şey yapmadan geçiriyor olabilirsiniz.
    Aynı zamanda daha az zamanı birlikte geçirip paylaşıma, yeni şeyler öğrenmeye ve üretmeye dayalı bir ilişki de oluşturabilirsiniz. Önemli olan sağlığınız, iş yaşamınız, eşiniz gibi yaşamınızdaki diğer boyutları da sağlıklı bir dengede birleştirebilmektir.
    Kısaca: İster çalışın ve zaman sıkıntısı yaşayın, isterseniz zaman sorununuz   olmasın, yapmanız  gereken seçim; neyi yapıp neyi yapmayacağınız değil "nasıl   yapacağınız" ile ilgili olmalıdır.

    Kendinizi Gözlemlemek
    Çocuğunuzla ilişkinizde kendinizi dışarıdan bakan gözlerle izleyebilirseniz, çocuk veya gençken annem babam gibi olmayacağım, dediğiniz neleri hayatınıza katmış olduğunuzu göreceksiniz. Mimikler, bazı tavırlar, yaşama bakış açısı, kişilik özellikleri, sorun çözme biçimi ve belki de çocuğunuza davranış biçiminiz. Aşağıya değiştirmek istediğiniz davranışlarınızı sıralayın. Değiştirmek istediğiniz davranışların neler olduğuna karar vermek davranışınızdaki değişimin yarısıdır.
    …………………………………………….......................
    -Şimdi bu özelliklerinizden öncelik verdiğiniz birini seçin.
    …………………………………………….......................
    -Küçük adımlarla ilerleyerek, başarabileceklerinizden başlayın.
    Şimdi bu konuda değişiklik için yine küçük adımlarla çalışmalara başlayın. Nelere gereksiniminiz olduğunu saptayın.
    …………………………………………….......................

    ► Harekete geçin ve uygulayın.
    ► Uygulamada eksiklik olursa geriye doğru nerede hata yapmış olabileceğinizi bulmaya çalışın ve yanlışlığı düzelttiğiniz aşamadan ilerlemeye devam edin.

    "Varolmak Gelişmek Uzlaşmak" adlı kitabında Prof. Dr. Üstün Dökmen'in aktardığı bir öykü çocuklara bakış açısına yönelik anlamlı bir mesaj içeriyor .
    Eski İstanbul'da aydınların, sanatçıların zaman zaman toplanıp sohbet ettikleri, münazara (fikir yarışması) yaptıkları kahveler varmış. Bir gün münazara konusu olarak şunu seçmişler: "Louvre Müzesi yanıyor; Leonardo'nun bir tablosu ve bir de küçük çocuk var; ikisini birden kucaklamanız mümkün değil, hangisini kapıp kaçmayı tercih edersiniz?" Bir grup aydın "Biz olsak tabloyu alırdık, çünkü onda tüm insanlığın ve gelecek nesillerin hakkı vardır" demiş, diğer grup ise "Biz olsaydık çocuğu alırdık, çünkü o çocuğun İlerde Leonardo'dan daha büyük bir sanatçı olmayacağı, bir aşı bulup insanlığı kurtarmayacağı ne malum" diye savunmuş. Bir sanatçı ise (yanlış hatırlamıyorsam Abasıyanık) tartışmaya katılmamış. Bir ara birisi O'na dönüp, "Sen olsan hangisini alırdın?" diye sorduğunda bu sanatçı şöyle cevap vermiş: "Ben olsaydım çocuğu kapar kaçardım; fakat yalnızca insan olduğu için."

    Yeni Yazılar E-Mail Adresinize Gelsin!